30 Ocak 2011 Pazar
tuz
İnsanlara hep açık olmayı isterdim; yaralarımı açık ve net şekilde anlatabilmek lakin bilirim ki insanoğlu yara sarmayı değil tuz olmayı daha cok seviyor.
27 Ocak 2011 Perşembe
Su hayatta en cok zorlandigim, kahroldugum sey anlasilamamak hem de acik acik kendimi anlatmaya calisirken.. Bence en buyuk nedeni karsimdakinin kendi baskin ve isine gelen dusuncesinden hatta egosundan cikamamasi...
23 Ocak 2011 Pazar
Değer
Her şeyi "değer" kavramına bağladığımızın farkında değiliz aslında. Bize yapılan her "yanlış" karşımızdakinin hatalı davranısından ötürü değil de (çünkü bu onun kişisel problemidir) bizde yarattığı "değersizlik" hissinden dolayı cok incitir, yaralar veyahut kızdırır. Karşımızdakinin düşüncesizliği, yaptığı yanlıslar onun kişisel özrüdür biz ise o davranısa kendi değerimizi atfedip kişiselleştiriyoruz. Karşımızdakinden beklediğimiz "doğru" davranış ya da beklenti tatmini gerçekleşmediğinde ise "değersizmişim" hissiyatının tam dibine çöküyoruz.
Yapılan her şeyi değerimizle bağdaştırdığımız bir gerçek.. Her şeyi içselleştirme, kişiselleştirme yöntemiyle karşımızdakinin içindeki "ben"i sorguluyoruz. Kimse karşısındakini kişisel özelliklerinden dolayı bırakmaz. Kişilerin gidişleri karşısındakinin kişisel özelliklerinin "kendilerinde yarattıkları hislerden dolayı"dır. Tatmin veya kişisel tehtit. "Değersizlik tehtiti" Sana hatta doğrudan egona yapılan tehtit..
Bu yüzden bencildir aslında insanoğlu. Kimse kendini kötü hissettiren biriyle beraber olmak istemez. Her yoldan sağlanan, hissedilen o değer duygusudur insanı tutan ilişkide.. Değer hissini eylemlere ve somut varlıklara yüklediğimiz zamanlar bile olur.. kimi zaman bir çift güzel söz, sarılmalar kimi zaman bir çiçek, bir hediye.. Karşımızdakinin bize yaptığı her eylemi kendi üzerimizden değerlendirdikce, davranışları artık onun kişisel davranışları değil bize bizi, değerimizi anlatan bir yöntem oluverir..
Bu yüzden değil midir bir şey uğruna her şeyi yapabilmek için önce en değerlin olması gerekir..
Ne kadar değerliyse o kadar verirsin.. Ve sen bu düşünceye göre; verdikce aldıklarını değer terazisiyle ölçersin..
16 Ocak 2011 Pazar
15 Ocak 2011 Cumartesi
işlevselcilik..
Bana lütfen vazgeçemiyorum diyerek gelmeyin. Biliyorum ki insan beslendiği şeyi bırakamaz. Alacağı şey bittiği an en kolay gidebilen yaratıktır aslında insanoğlu. Beslendiği sürece bırakmayacaktır sadece..
-Birileri vardır canını sıkıyordur coğu zaman ve sen "her şeye rağmen ona katlanıyorum ne biliyim" diyorsundur. Sanma ki içindeki merhametten dolayı bu.. Sadece aldığın bir şeyler vardır inan. Vazgeçemediğiniz ama sizi mahfeden, acılarla dolduran sevgilileriniz, sizi sürekli sattığını veyahut anlamadığını düşündüğünüz dostlarınız ve daha birçok yakınıp durduğunuz kişiyi hayatınızdan çıkartamamanızın nedeni yoğun bir iradesizlik değil bir yerlerde onlardan aldığınız bazı tatmin ve gıdalardır.
Her noktada bir şeyler almayı kestiğiniz, size hiçbir yararı dokunmayan şeyi inanın saniyede bırakabilirsiniz.. Bahsettiğim yarar kelimesi sadece pozitif içerikli değil. *İyi ya da kötü bişeye yarayabilen...
Besleniyorsun.. Kimi zaman acısıyla kimi zaman hazıyla.. Bir yerlerde bir işlev gören her duygu, her kişi hayatında varolmaya devam edecek. Vazgeç(e)memek değil seninkisi vazgeçmemek.. Belki de kendine yedirememenin yarattığı ikilemden ötürü eklemişsindir o "e" harfini..
edit :
bir an düsündüm de sadece insanlar için değil bu nokta. düşünceleriniz, obsesyonlarınız, korkularınız ve rahatsız olduğunuz ama aslında sizi bir şeylerden koruyan, işlevi olan şeyler de dahil bu duruma. Lanet ettiğin bir durum ya da düşüncen; bilinçaltında olmasından korktuğun bir şeyi engellediği için var belkide. Sen bilmiyorsun anlamlandıramıyorsun ama bir yerlerde bir halta yaradığı için barınıyor bedeninde.
13 Ocak 2011 Perşembe
Kendini inandıramamak...
-Yalanları geç, doğrulara bile.
-Bu inanmak istememek bence. En azından buna inanmaya çalış.
6 Ocak 2011 Perşembe
konuşmak..
Çok tuhaf varlıklarız aslında biz. Hem anlatmayız hem de karşımızdan bizi anlamasını bekleriz. Karşımızdakinin doğaüstü güçlerinin olmadığını da biliyoruz halbuki.
Şu dünyada gerçekten iletişim kurma gücüne sahip olup da iletişemeyen varlıklarız. Birkaç cümleyle halledebileceğimizi bildiğimiz sorunları konuşmaktan çekiniyoruz. Duygu ve düşüncelerimizi anlattığımızda enazından birilerinin bizi anlayabileceğini bildiğimiz halde susmak bizimkisi. Çok incitilmiş olabiliriz konuştuğumuzda ama birilerinin bizleri anladığını da biliyoruz. Yoksa bu yazıyı neden yazayım, neden insanoğlu konuşabilsin, iletişim üzerine tonlarca şey üretsin.
Aklımızda sürekli başkası ne der lafları olduğu sürece hiçbir zaman açık olamadık ki biz. Yargılanmaktan, aşağılanmaktan, karşımızdakinin saldırabileceği korkusundan susmayı tercih ettik..
İnsanlar arasında her şey çözülebilir ya da en azıdan bir sonuca bağlanabilirdi konuşulsaydı eğer..
2 Ocak 2011 Pazar
içimde kalmışlardı..
İnsanlar birçok şeyi yıllarla ölçüyor. Elbette olgunlaşmak zamanla paraleldir ama insanlar eşit şeyler yaşamaz, eşit hisler hissetmezler. Senin 20li yaşlarında yaşadığın bir şeyi kimisi 30'unda belkide 40'ında yaşar ve dahası yaşadıgınız seyin size olan etkisi bambaşkadır. Problem ilk şuradan başlıyor; Dost olduğunuz ya da sevgili oldugunuz kişiyle öncelikli olarak bağınızı ölçmek için zaman kavramını devreye sokar insanlar. 1, 2 yıllık dostluğunuz varsa hemen daha cok yeni, daha ne biliyorsunuz ki, daha oturmamıştır falan fişman lafları. O yıllarda paylaşılanların boyutları gözardı edilir hep. Ama bir düşün, bazı 10 15 yıllık arkadaşlarından daha cok şey paylaşmış daha yakın hissetmiş olamaz mısın yenilere?
Zamanın ehemmiyetini yoketmek değil bu cümlelerimin amacı, sadece her şeyi yıllarla hesaplamak saçma geliyor kimi zaman.. 20'li yaşlarında cektiğin birçok sıkıntın olabilir, hayat seni yormuş, bezdirmiştir belki de.. Yoruldugunu söylediğin zaman ise direk sunu işitirsin. "Daha ne gördün ki?"
Gördüklerinin boyutları ve sana olan etkileri değil de olgun olmayısın söz konusu olur.
VE
benim için diğer bir önemli hatta en önemli konu ise insanların hislerini, acılarını kücümsemeleri.
Şöyle ki herkes eşit şeyler yaşamasa da kimi şeyler kıyısından köşesinden benzerdir fakat yaşadıgın şeyin sende yarattıgı etki bambaşkadır! Bam*baş*ka!
"Ateş düştüğü yeri yakar!"
İnsanların anlattıgın, bahsettiğin şeyleri küçümsemesi "Ay buna mu üzüldün, amaann bu mu yani" gibi aptal! tavırları inanınki cok can sıkar. İnsanlar kimi zaman acı boyutu kavgasına tutuşur adeta.
BENİM ACIM DAHA BÜYÜK O YÜZDEN SEN SUS! (hatta abartalım) BENİM ACIMIN YANINDA BAHSETME BİLE BUNU YANİ.
Oha!
Yaşadığın şeyin boyutu diye bir şey yoktur benim gözümde. Evet belki derdin büyüğü kücüğü diye bir kavram vardır belki ama ben acıların bunlara göre ölçüleceğine inanmıyorum. Şöyle ki basit bir dert, sıkıntı seni cok derinden yaralayamaz mı? Bir de buna "büyütme ya" denir ki vah vah.
Kimse kimsenin derdini küçümseyemez. Yaşadıgın şeyin boyutu değil sen de yarattıgı etkisi önemlidir.
Karşındaki ise senin derdini basit buldugunda ve kendi derdinin büyük olduguna inandıgında senin susmanı, üzülmemeni bekler. Senin üzülmeye hakkın yoktur şimdi. Susacaksın. Çünkü onun derdi büyük.
Peki senin o büyük(!) derdinin seni üzdüğünden daha fazla üzmüş olabilir mi beni benim küçük(!) derdim??
Hayatımda en nefret ettiğim şey beni inciten, üzen bir şeyin başkaları tarafından basit, küçük diye sıfatlandırılması.
Ulan basitse neden benim ağzıma sıçıyor bu???????
Hisler... Hisler.. Her şeyden güçlü...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)