Sanırım şu hayatta beni en çok "tutsaklık" hissi delirtiyor. Uzun zaman aitlik ve bağlılık hislerini ve düşüncelerini sorguladım. Sürekli bir kaçmak, kurtulmak fikri hakimdi bedenimde.. Önceleri başka ülkelere; kimseyi tanımadığım yerlere gitmekle başladı sonraları kendimi geride bırakamayacağımı, düşüncelerimin benle geleceğini ya da gittiğim yerlerde de mutlaka aidiyetler edineceğimi düşünmeye başladım.. Kaçıp kurtulacağım hiçbir yer yok gibi. Sonra ölümü düşündüm. Ölünce her nereye gideceksem bir şeylerimi de yanımda götürecek miydim? Sanırım düşüncelerimi ya da ruhumu hep yanımda taşımak zorunda kalacağım dedim kendime.. Bu düşüncelerimin de üzerini çizmek zorunda kaldım.. Eternal sunshine'daki gibi hafıza silme olsa dedim kişi bazlı ya da direk geçmişi peki tekrar tekrar aynı hayatı öğrenmeyecek miydim.. Nereye gidersem gideyim hep bir hiyerarşik düzen, normlar, zorundalıklar olmayacak mıydı? Değişik tatlar ama aynı hisleri yaratan.. Ayrı işkence aletlerinin derinde aynı acı hissini yaratması gibi... Zihnimden ya da toplumdan hiçbir zaman kaçamayacağım gerceğini beynine kazımak en pis işkence aletiydi ama şu zamana kadar. İşte bu noktada kendimi resmen ve resmen bir tutsak gibi hissettim. Alanım geniş fakat her şey aslında sınırlı. Her aşacağın yer sende bir kırbaç izi. Yaşadığın yere göre değişen kırbaç sayısı belki de ölüm emri.. -unutma bir yerlerde arzuları ve istekleri için öldürülen insanlar var-
Çılgınca zincirlerini aşmaya çalışan saf duygular, zaman geçtikce daha da kalınlaşan çelik zincirler gibi seni sarmış öğretiler. Kurallar her zaman tutsak eder ve inan gerçekten özgür olabildiğin hiçbir yer yok. Bağlandıkça artan zincirlerin var. Her aidiyet bir zincir..