27 Aralık 2011 Salı

zaman: 12/27/2011 12:31:00 ÖS 0 yorum
"Bazen değiştiremediğimiz şeyler, sonunda bizi değiştiriyor.."

20 Aralık 2011 Salı

zaman: 12/20/2011 11:40:00 ÖS 0 yorum
Olduğum insan, olmak istemezdim. Bazı şeyler tercihlerin çok ötesinde...

19 Aralık 2011 Pazartesi

zaman: 12/19/2011 10:42:00 ÖS 0 yorum
Bence en üzücü şey geri baktığında yine olsa yine yapardım, yine bu kararları alırdım diyememektir..

2 Aralık 2011 Cuma

Öyle "biz" ki

zaman: 12/02/2011 03:41:00 ÖS 0 yorum
‎ "tık… Kapandı telefon. Bu da aynı diye geçirdim içimden. Bir gün dediklerimi değil, demek istediklerimi anlayacak bir erkek çıkmayacak mı karşıma! Hava kötü dediğimde sadece havadan söz etmediğimi anlamak bu kadar zor mu? İlle de, ben bu hayattan bıktım, türünde sözler mi etmeliyim? İşim çok dediğimde, bana sahip çıkacak bir erkeğe ihtiyaç duyduğumu anlayacak biri… Yanımda olmanı istiyorum diyemediğim için bu yağmur içimi ıslatıyor dediğimi nasıl anlamaz? Düpedüz, sarıl bana dedikten sonra sarılmanın ne anlamı kalır!"


Zülfü Livaneli - Serenad

21 Kasım 2011 Pazartesi

zaman: 11/21/2011 10:30:00 ÖS 0 yorum
Bazen "kimse" olasım geliyor. Bütün üzerime giydiğim, giydirildiğim sıfatları çıkartmak bir tshirt gibi.. Hiçbir aidiyet, hiçbir ben olmasın istiyorum..

20 Kasım 2011 Pazar

Bana bir şeyhler oluyor adlı oyundan, beni en çok sarsan, iliklerime işleyen replikler..

zaman: 11/20/2011 01:32:00 ÖS 1 yorum


Yalnızdır insan;
Hep kalabalıklara karışma telaşı bundandır.
Kalabalık yalnızlıklar, yalnız kalabalıklar oluşur, şehir şehir ülke ülke.
Kalabalık arttıkça artmaktadır yalnızlık da.
İnsan bir ölümü istemez, bir de ondan beter bir yalnızlığı…
Ama ikisi de muhakkak gelir başına bir yalnız yaşama sırasında.
Ölümün değil ama yalnızlığın bir tek çaresi var, dedi.
Tek çaresi aşktır bir yalnız yaşama sırasında nefes almanın…
Aşk da zaten iki yalnızın ortak bir yalnızlıkta buluşmasıdır, dedi.
Aşık olun!
Gösterin birbirinize yalnızlıklarınızı…
Nasılsa ayrılık insanın tek kişilik yalnızlığını özlemesi.
Sade ölüm değil, ayrılık da yaşamın emri..
Evet söyledi…
Ya da ben duydum…
Duyduğuma göre elbet bir ses söyledi bu söylendikçe usulen söylenir olan sözleri.
Evet duydum söyledi…
Her duyduğumda ağladım…
Pek çok ağlayışım sırasında duydum…
Kalbim tutanak tuttu duyduklarıma…
“Soruldu” dedi, cevap alındı.
“Yaşamak” dedi, “tek marifetiniz -biraz özen gösteriniz.”
“Zulüm kimse zalimlik yapmayınca biter -mazlumlar dahil” dedi.
“Ama yapmayın, o daha bir çocuk” dedi Tanrı..
Ya gördüm neyleyim?!
İnsanlar vardı duvarın içinde.
Ya ben hep duvara konuştum
Ya da duvar değil konuştuğum, içinde insanlar var.
Nedense beni anlasın istedim içinde insan olan duvarlar.
Bilmiyorum,
Belki de ben gerçekten delirdim…
Onlar haklı belki de.
İçinde değil duvarların insanlar…
Sadece arasındalar…

1 Kasım 2011 Salı

zaman: 11/01/2011 10:50:00 ÖS 0 yorum
Hep dahasına meyilimiz...

Öz bu.

30 Ekim 2011 Pazar

zaman: 10/30/2011 03:14:00 ÖS 0 yorum
Sosyal mecralar, sosyal bir ortam yaratırken aslında bir yandan da duyarsızlaşma ve yalnızlık yaratıyor haberiniz yok. Birinin acısını, üzüntüsünü okuyup gayet üzerinde durmadan geçebiliyorsun artık.. Şimdi gerçekten sosyalleştik mi? Biz önceden ağlayana sarılırdık halbuki..
zaman: 10/30/2011 12:41:00 ÖS 0 yorum
Sadece sonunda, "Vay be ne hayattı" demek istiyorum..

16 Ekim 2011 Pazar

zaman: 10/16/2011 02:00:00 ÖÖ 0 yorum
Şeytan'ın Avukatı adlı filmi uzuun bir zaman sonra tekrar izledim..

Farkettim ki insanoğlu istek ve dürtülerine çabuk yenilebiliyor.. Paranın gücünü reddetmek de zor. Bu üçü birleştiğinde ise değişim neredeyse kaçınılmaz oluyor.. Ben ise oldum olası paranın, dürtülerin insanları bu denli başkalaştırmasına tiksinerek bakarım.. Bilmiyorum.. Her ne kadar anarşizme hafif meyilim olsa da bazı kurallar olmasının birlik içinde yaşayabilmekte önemli rol oynadığını biliyorum.. Bunlarla büyüdük.. Şimdi kalkıp da 3 5 adamın kuralları kendi kendine yıkmasıyla dünya değişmiyor.. Değişen yıkılan şeyler çevresindekiler..
Kendi istek ve dürtlerini elde ederken yıkıp geçen bireyler haline dönüşmek bence çok acizce.. Bir de sürekli nereye kadar oyun oynayacaksın? Düzen insanıyız. Bağlılık, düzenli oturmuş bir hayat tarzı bana daha sıcak geliyor.. O bedenden bu bedene atlayışı adrenalinle değil iğrençlikle bağdaştırıyorum mesela.
Öz olarak şu açgözlülük, firavun ruhluluk beni oldum olası irite ediyor..
İnsanoğlu bi cins..

-Hep dahasına meyilimiz..

21 Eylül 2011 Çarşamba

zaman: 9/21/2011 11:54:00 ÖS 0 yorum
Hep bir şeyler için savaşıyoruz, elde ediyoruz ama sonra aklımız başka şeye kayıyor. Sanırım biz elde etmenin hazzını seviyoruz başka bi bok değil ya da daha "gerçekten" ne istediğimizi çözemedik.

16 Eylül 2011 Cuma

zaman: 9/16/2011 01:10:00 ÖS 0 yorum

İçimdekileri kusmak istiyorum aslında.. Tonlarca cümle kurmak.. Fakat bazen konuşmanın hiçbir şeyi değiştirmediğini düşündüğüm zamanlar oluyor. Yazarken ve okurken tekrar tekrar; yapabildiği tek şey can acıtmak oluyor..
ve bir cümle.. her şeyi en derinden özetliyor gibi..


-Bir kördüğüm ki içim, çözdükce dolanıyor..

13 Eylül 2011 Salı

zaman: 9/13/2011 01:27:00 ÖÖ 0 yorum
Hayatın bazı dönemleri vardır. Her şeyin seni çıldırttığı, katlanamadığın, kaçıp gitmek hatta ölmek istediğin.. en ufak şeylerin dağlaştığı, hiçbir şeyle savaşamaz hale geldiğini düşündüğün günler.. Genellikle ergenlik dönemi ile yetişkin haline gelmeye çalıştığın o karanlık tünel yıllarında olur bu.. Öğretileriniz, edinilmiş bilgileriniz, yaşam stiliniz, fikirleriniz ve daha birçok çevre yöntemiyle (nurture) öğrendiğiniz şeyler ne kadar salakca ve yararsız gelmeye başlarsa tünel o kadar karanlıklaşır çünkü geçmişteki öğrenmişlikleri reddederken içi daha dolmamış kendi öğretilerinize tutunmanız gerekir. Hiç test etmediğiniz daha körpecik olan benliğinize.. yine de kendi istediğini, bildiğini yapabilmenin hazzı bambaşkadır..
Bu anlattığım süreci derinden yaşayan biriydim ve biliyorum ki tek yaşayan da değilim.. Fakat söyleyebileceğim en gerçekci şey şu olur ki; o dönemde her ne kadar çıldırma eğilimleri gösterirsek gösterelim hayat bir şekilde o tünelden bizi çıkartıyor.. Bazı şeyleri reddetsek de yaşamak zorundayız.. Adını sen koy.. Kader de, hayat de.. Bu dünyanın bir kuralı olduğunu görmeye başladım.. Birçok acıyı sadece ben yaşıyormuşum gibi hissetmiyorum artık.. Birçoğumuz tercihlerimize, çevremize göre etki derecesi az ya da çok bu tür duygu değişimlerini yaşadık..
Can çekişerek ölüp tekrar dirilmek gibi..


Yine de yeni olmaya başladığım "ben"i sevmeye başladım.. Çok ben kokuyor çünkü..

7 Ağustos 2011 Pazar

zaman: 8/07/2011 01:02:00 ÖS 0 yorum
 Mutluluğu hep "gelecek, gelmesini beklediğim veyahut ileri bir tarihe atfedilmiş plan ve hayaller" üzerine kuruyorum.. üzücü bir şey.. anından mutlu olamamak.. elindekilerle mutlu olmayan birinin ileride elde edecekleriyle mutlu olabileceğini düşünmesindeki komik ironi bu.. şuankini sevmezsen gelecekteki de "şuanki" oldugunda sevmeyeceksin.. şimdi kendime soruyorum.. "ileridekinin" üzerine mutluluğu atfetmenin nedeni suan kontrol edip piç edemediğimiz içn güzel gelmesnden dolayı mı? bilirsin elimizdekinin kıymetini hiçbir zaman bilemedik biz..


bi dostuma yazdıgım yorumdan.. paylaşılası buldum..

25 Temmuz 2011 Pazartesi

zaman: 7/25/2011 05:34:00 ÖS 0 yorum
Sorun? hep bir yetersizlik hissi işte.

15 Temmuz 2011 Cuma

zaman: 7/15/2011 01:11:00 ÖÖ 0 yorum

Herkes bir ilişki yaşamak ister. Arar. Ararken bulamayız aslında.
Neden?
Çünkü ararken / bakarken kusurları da görürüz. Zaten incinmişizdir. Kırılganızdır. Bir o kadar da korkak. Bizi korkutan şeyleri buluruz. Daha kalbimize değmeden kusurlarına odaklanır ve reddederiz.
Beklemediğimiz zamanda, bir anda olur aşk.
Savunmasızken. Bakmıyorken. Bir anda dokunur kalbine ve sen çekilemeden enerjisine kapılırsın. Kusurlar önemsiz kalır. Güçsüz.


Sevgi kusurları göstermez. Örter.



-isimi gizli- bir dostuma yazmıştım konuşmamızda. Sevdim. Paylaşmak istedim.

11 Temmuz 2011 Pazartesi

zaman: 7/11/2011 11:07:00 ÖS 0 yorum
Dibe vurduğum zamanlarda ve sanki bir daha hiçbir şey güzel olmayacakmış gibi hissettiğimde -ki biz buna depresyon diyoruz- sürekli kendime şu cümleleri fısıldardım..




-Her zaman yağmur yağmaz. Yağmur yağdığı gibi güneş de açmak zorundadır..


8 Temmuz 2011 Cuma

zaman: 7/08/2011 11:51:00 ÖS 0 yorum
Sahip oldugun kimliğini yazmak sahte / kendi yarattığın bir benlikten bahsetmekten daha zordur. Bu yuzden etrafta kolayca laflardan yaratilmis insanlar bulabiliriz. Böylelikle sürekli içlerindeki "gercek kimligi" anlamaya çabalamamız gerekir.







Legodan mı, egodan mı, hamurdan mı yaratıldın?







26 Haziran 2011 Pazar

zaman: 6/26/2011 11:57:00 ÖS 0 yorum
Bazen bazı cümlelerimizin içinde sorular gizlidir. Cümle noktayla biter gibi gözükür ama "dimi?" sorusu içerir. Desteklenmek, tastiklenmek, pekiştirilmek isteyişimizin ürünü olan "dimi?"






-Sorabilecek cesaretimiz olmadığından mı noktayla bitiyor bu cümleler?
-Yoksa söylerken istediğimiz gibi bir cevap olsun diye cümleyle yönlendirmeye mi çalışıyoruz?
-Veyahut soruyu direk sorduğumuzda alabileceğimiz cevaptan korktuğumuzdan cümleyle sus payı şansı verebilmemizden mi?



11 Haziran 2011 Cumartesi

zaman: 6/11/2011 02:29:00 ÖS 0 yorum
"Küçükken, yanlış bir şey yapmazsan, kimse sana düşman olmaz sanıyorsun. Yanılıyorsun."

7 Haziran 2011 Salı

zaman: 6/07/2011 02:27:00 ÖÖ 1 yorum
Bence en üzücü şeylerden biri de herkesin birbirini eleştirirken, ezerken, küçümserken karşındakinin kendi seçimi olup olmadığını düşünmemesi..

*Yolda tiksinerek baktığın üstü saçı başı kirli kadın da bu hayatı istemezdi. O da muhteşem bir ailede doğmak isterdi elbette. 

*O kız seçmedi böyle bir bedeni..

*O adam da engelli olmak istemezdi.. Zaten hayat yeterince zorken..

Düşünmüyoruz..  Sanki onlar seçiyormuş gibi itiyoruz hep.. Sanki onların suçuymuş gibi.. Durup bir görebilsek yüreklerindekileri.. Onlar da senin gibi olmak isterdi sen nasıl başkaları gibi olmak istiyorsan..



Kim eksik, çirkin, fakir, pis, dışlanmış olmak ister ki ????

30 Mayıs 2011 Pazartesi

ikilem

zaman: 5/30/2011 01:35:00 ÖÖ 0 yorum
Şöyle bir karmaşaya düşüyoruz aslında.
"Kötülük eden kötülük bulur" diye bir zihniyetle büyütüldük. Etrafta "kötü" diye tanımladığımız insanların çektiği sıkıntıları "haketti" diye nitelendirdik.

Sonra dönüp kendi hayatımıza bakıyoruz. Lan?!! Bizim de hayatımızda hiçbir şey güllük gülistanlık değil ki???!!

Sonra bizi alıyor bir sorgulama.
-Ne yaptım da ben bunları yaşıyorum?


Sonra da kendine saldır dur. Beğenme hiçbir şeyini. Sorgula hep falan. öf.









Hayatın bizi büyütme aracı olarak acıyı kullandığını unutuyoruz halbuki.

29 Mayıs 2011 Pazar

ruhum kanıyor..

zaman: 5/29/2011 12:37:00 ÖÖ 0 yorum
"içimdeki fırtınaları dindirmek için oyalıyorum kendimi bunlarla" dedi..


Senin hiç fırtınaların dinmedi ki anne. Fırtınaların beni de savurdu ordan oraya.. Benim dünyama da ulaştılar.. Sanki benim dünyamda benim yarattığım fırtına hiç yokmuş gibi sanki..
Hem var hem yoktun sen hep zaten.


Merhaba anne! Ben hep unuttuğun en yakın dostunum.
Bana BİR İKİ dakikanı ayırabilir misin?

28 Mayıs 2011 Cumartesi

zaman: 5/28/2011 11:07:00 ÖS 0 yorum
Büyümek zor zanaat. Takvim yapraklarıyla ölçülecek şey değil.

23 Mayıs 2011 Pazartesi

zaman: 5/23/2011 11:41:00 ÖS 0 yorum
Kendi boşluklarımı dolduramadığımda birilerine ihtiyaç duyarım ama onlar da hep eksiktir zaten.. Dolmaz o boşluklar..

17 Mayıs 2011 Salı

zaman: 5/17/2011 12:05:00 ÖÖ 0 yorum
"sürekli daha iyi olmalısın" fikriyle "kendini böyle sev" fikrini aynı anda yerleştirmeye çalıştık beynimize.. Ee bu karmaşamız normal değil mi şimdi?
Kendimizi böyle sevmeye çalıştık. Olmadı çünkü daha iyi olmalıydık. Daha iyi olduk. Sonra kendimizi böyle sevmeyi denedik tekrar. O da yetmedi. Hep bir daha fazlasını istedik.. Bu kısır döngüde eridi gitti "kendimiz"...

10 Mayıs 2011 Salı

zaman: 5/10/2011 09:23:00 ÖS 0 yorum
"Bazen insan; 'ben iyiyim' dediğinde gözlerinin içine bakıp, 'iyi değilsin, biliyorum.' diyecek birine çok ihtiyaç duyar.."

3 Mayıs 2011 Salı

zaman: 5/03/2011 07:52:00 ÖS 0 yorum
"Kolumuzu ısırarak yapardık saatleri küçücükken, zamanın canımızı yakacağını anlarmış gibi.."

27 Nisan 2011 Çarşamba

Cahil Cesareti Sendromu

zaman: 4/27/2011 12:16:00 ÖÖ 0 yorum

...
Dunning-Kruger Sendromu
Televizyon izlerken birilerine... bakıp da "Ya bu adam bu sığlıkla nasıl buralara kadar gelebilmiş" diye düşündüğünüz oldu mu hiç?
Ya da işyerinizde sizinle aynı ya da daha üst aşamada bir görevde olan bazıları, sizde büyük bir şaşkınlık uyandırdı mı? Onlara bakıp "Bu cahillik, kendini b...ilmezlik nasıl fark edilmez?" diye iç geçirdiniz mi?

Justin Kruger ve David Dunning adlı iki ABD'li bu hissi çok yaşamış olacak ki, iki psikiyatri uzmanı, 10 yıl kadar önce bir teori ortaya attı:

"Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır."

Ve bunun üzerine bir araştırma başlatıldı. Fizyolojik ve zihinsel alanda yapılan çeşitli uygulamaların sonucunda şu bulgulara ulaşıldı:
Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler.
Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimindedir.
Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görüp anlamaktan da acizdirler.
Eğer nitelikleri, belli bir eğitimle artırılırsa, aynı niteliksiz insanlar, niteliksizliklerinin farkına varmaya başlarlar.

Bitmedi...

Cornell Üniversitesi'ndeki öğrenciler arasında bir test yapıldı ve klasik "Nasıl geçti?" sorusuna öğrencilerden yanıtlar istendi...

Soruların yüzde 10'una bile yanıt veremeyenlerin "kendilerine güvenleri" müthişti. Onların "testin yüzde 60'ına doğru yanıt verdiklerini" düşündükleri; hatta "iyi günlerinde olmaları halinde yüzde 70 başarıya bile ulaşabileceklerine inandıkları" ortaya çıktı.

Soruların yüzde 90'ından fazlasını doğru yanıtlayanlar ise "en alçakgönüllü" deneklerdi; soruların yüzde 70'ine doğru yanıt verdiklerini düşünüyorlardı.
Tüm bu sonuçlar bir araya getirildi ve Dunning-Kruger Sendromu'nun metni yazıldı:

"İşinde çok iyi olduğuna" yürekten inanan 'yetersiz' kişi, kendini ve yaptıklarını övmekten, her işte öne çıkmaktan ve aslında yapamayacağı işlere talip olmaktan hiçbir rahatsızlık duymaz! Aksine her şeyin hakkı olduğunu düşünür!

Ancak bu 'cahillik ve haddini bilmeme' karışımı mesleki açıdan müthiş bir itici güç oluşturur. 'Eksiler' kariyer açısından 'artıya' dönüşür. Sonuçta, 'kifayetsiz muhterisler' her zaman ve her yerde daha hızlı yükselirler...
Bu arada, gerçekten bilgili ve yetenekli insanlar çalışma hayatında 'fazla alçakgönüllü' davranarak öne çıkmaz, yüksek görevlere kendiliklerinden talip olmaz, kıymetlerinin bilinmesini beklerler...
Tabii beklerken kırılır, kendilerini daha da geriye çekerler...

Muhtemelen üstleri tarafından da 'ihtiras eksikliği' ile suçlanırlar... "Ne olur fazla mütevazi olmayın!... "Siz de çevrenize şöyle bir bakın" diyeceğim ama eminim bu satırları okurken bile aklınızdan bir dolu yüz, bir dolu isim geçti...
Bence Dunning ile Kruger'in, bu çalışmalarıyla 2000'de, Nobel yerine Harvard Üniversitesi'nin Ig Nobel'ini alma nedeni "cahil olmamalarıydı."

Gönlümün nobelini bu ikiliye vererek yazımı Bertrand Russel'in bir sözüyle bitiriyorum:
"Dünyanın sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların küstahça kendilerinden emin olmalarıdır." 

(Ece Temelkuran, 22 Nisan 2011 Cuma)

18 Nisan 2011 Pazartesi

güç

zaman: 4/18/2011 08:49:00 ÖS 0 yorum
Güç diye öyle bir kavram var ki kimini dinden çıkartır, kimine kendini kaybettirir, kimine insanlığını vs vs. Bu kavramı neresinden başlayıp anlatsam bilemiyorum.. Bir kenarından çekiştirip başlamak lazım o halde.. Gördüğüm, duyduğum, okuduğum neredeyse her türlü olayda asıl ulaşılmak istenen ya da eylemin kaynağını oluşturan şeydir güç. Örnekler üzerinden gitsem?..
Kocası kadını zevk olsun diye dövmez. Kendi gücünü göstermek ve kontrol sağlamak için kullanır.
İnsanlar cok para kazanmak isterler.. Hayatını iyi idam ettirme dışında para gücün anahtarıdır. Güçlü oldukca kontrol edilmez edersin..
Birine biraz fazla olanak sağla, imkan veyahut izin ver direk üzerinde güç kurmaya / kullanmaya çalışır. Buna polisleri örnek verebiliriz..
Kapitalist sistemin çarkı güç ekseninde döner.
Hayat hep bir yarışsa, birilerini geçmek için hep güç kullanmaz mıyız peki?
vb.
vb.
vb..

İnsanların güç elde etmek için yapmayacağı şey yoktur. Belirli bir yer edinince (güçle edinirsin..) o kazandığın gücü başkaları üzerinde kullanmaya başlarsın. Bu senin otoriterini ve kötü tutumlarını meşrulaştırmanın bir yoludur da..
Erkeklerin güç kavramına daha cok önem vermeleri ve erkeklikleriyle bağdaşlaştırmaları sonucu kavgacı bir kimlik takınmıyorlar mı yani.. "Erk" kavramının güç demek olduğunu biliyoruz zaten..

Ve güç ile gelen ciddi bir problem vardır. "Had"
güç elde ettikce haddini bilmemeye başlarsın.. Ne kadar güç sahibi olursan o kadar cok istediğini yapma hakkı bulursun kendinde. Kim ne diyebilir ki sen daha güçlüyken?


ve insanlık yitip gider arada...

3 Nisan 2011 Pazar

!!!!!!

zaman: 4/03/2011 05:28:00 ÖS 0 yorum
İnsanlar dururken hayvanlara ne diye bu kadar önem veriyorsunuz diyen dallamalara ithafen;
Her zaman aşırı duyarlı ve aşırı hassas biri olmuşumdur. Ağlak biri olmamama rağmen. Hayatın önemli kurallarından biri olan duyarsızlaşmayı bünyemde pek de fazla bulunduramamam sonucu mütemadiyen sert tepkiler vermekteyim gördüğüm, duydugum üzücü haberlere. Gel gelelim insan mı daha değerli ve korunması lazım hayvan mı kavgasına. Hayvanlara daha fazla önem veriyormuş gibi görünüyor olabilirim lakin okuduğum bölümlere baktığınızda ( sosyoloji - psikoloji) zaten ideallerimin insanlığı geliştirme bazlı olduğu aşikar. Bir de taptığım hayvanlar var söz konusu olan. Hayvanlara neden mi daha cok(!) önem veriyorum.
*Çünkü onlar duygularını ve isteklerini direk olarak dillendiremeyecek kadar acizler aslında. (aciz kelimesi burada yeti azlığı maksadında) sadece birkaç dokunaklı bakışları birkaç anlamsız ses öbekleri var..
*Avuç acıp yemek ya da para dilenemezler ve ne bulurlarsa onunla yetinmek zorunda kalırlar ki coğu zaman belediyenin zehir dolu yemeklerinden nasiplerini alırlar.
*Çoğu sadece salt sevgi ve ilgi beklerler.. Bir dokunmaya bin yıl köle olucak cinsten. Hangi insan gördünüz ki kendiden cıkıp sizi her şeye rağmen karşılıksız sevdi. Kedi nankör şu bu olayına girmeyin. o onların hayatta kalabilmek için sahip oldukları bir yetidir. İnsanlar(!) kedileri sokakta tekmelerken onların nasıl koşarak yanınıza gelmesini bekleyebilirsiniz ki. siz yapmıyorsanız başkası yapıyor. ne yazık ki her insanda(!) hayvan sevgisi yok..
onun dışında insan iradeli olan bir varlık ve bir şekilde hayatını idam ettirecek yetilere sahip. engelli insanlar dahil. bir noktada bir şekilde bir yaşam döngüsü sağlayabiliyorlar. Peki ya hayvanlar? Biz doğalarını bu kadar mahfetmişken??
*Bir saldırıyla karşılaştıklarında genel olarak insanlar karşı koyma yetisine sahip ki bu toplumda -her ne kadar cok başarılı olamasa da- adalet sistemi var. bir insana kolay kolay işkence yapamazsınız. peki bir hayvana? daha hayvanlar için adam akıllı yasası olmayan bir ülkede yaşıyorsunuz bilmem farkında mısınız? İnsanlar içindeki agresyonu hayvanlardan cıkartıyor! Çünkü acizler, cünkü sadece viyaklayabiliyorlar, çünkü karşı koyamıyorlar çünkü minnacık canları var..
Bir bakın şu habere; http://www.internethaber.com/kizgin-sisle-kopege-iskence-yapildi-338506h.htm
bunu yapanlar sizin belki yanınızdan milyonlarca kez geçmiş, aynı mekanda bulunduğunuz, yemek yediğiniz insanlardan biri olabilir ve onlara da insan deniyor..!
ben hayvanlara çok değer veriyorum çünkü onların yaşam alanlarını biz mahfettik, çünkü onlar sevgimize muhtaç, onlar bir dokunulmaya bir yemeğe aç çünkü onların aslında yürekleri tertemiz tonlarca kir dolu insanın yanında.. çünkü onların da YAŞAMAYA HAKKI VAR!!!!!

2 Nisan 2011 Cumartesi

Anlaşılamamak..

zaman: 4/02/2011 12:38:00 ÖÖ 0 yorum
Ben gerçekten anlatmadan anlaşılmayı isterdim. Tüm duygularımın anlaşılmasını.. Anlatmaya kimi zaman mecalim olmuyor ya da isteğim.. Çünkü bazen biliyorum ki anlaşılamayacağım tüm tümcelerimi tüketsem bile.. Karşımdaki hiçbir zaman kendinden çıkıp ben olamaz çünkü.. beni bütün önyargı veya savunma mekanizmalarını indirerek dinleyemez.. Kendi düşünce ve benlikleri olduğu sürece benim gibi de düşünemez.. Aslında bakmayın gerçek iletişim ve anlaşmak cok zor.. Biz coğu zaman yutarız zaten.. Üstün körü anlatır birkaç baş sallamaya kanarız.. Bazen isterim ki ruhuma ve duygularıma gerçek bir el uzansın.. Kanatmadan dokunabilsin.. İşte o zamanlar açtığım kapı çoğu zaman aralık kalır ve içeri sert rüzgarlar girer sadece.. beni alır bir titreme.. yalnızlık hissi.. hani üşürsün de için ürperir ama sarılacak kimse olmaz ya yani.. işte öyle..
Anlaşılmayı cok isterdim ben. gözlerime bakarak, bir kelimemden, bir mimiğimden.. ben tonlarca cümle kurarken bile anlaşılamıyorken hem de..

Sussam olmuyor, konuşsam olmuyor. O çaresizlik hissi var ya zaten tükketi beni..

17 Şubat 2011 Perşembe

tutsak

zaman: 2/17/2011 02:10:00 ÖÖ 0 yorum
Sanırım şu hayatta beni en çok "tutsaklık" hissi delirtiyor. Uzun zaman aitlik ve bağlılık hislerini ve düşüncelerini sorguladım. Sürekli bir kaçmak, kurtulmak fikri hakimdi bedenimde.. Önceleri başka ülkelere; kimseyi tanımadığım yerlere gitmekle başladı sonraları kendimi geride bırakamayacağımı, düşüncelerimin benle geleceğini ya da gittiğim yerlerde de mutlaka aidiyetler edineceğimi düşünmeye başladım.. Kaçıp kurtulacağım hiçbir yer yok gibi. Sonra ölümü düşündüm. Ölünce her nereye gideceksem bir şeylerimi de yanımda götürecek miydim? Sanırım düşüncelerimi ya da ruhumu hep yanımda taşımak zorunda kalacağım dedim kendime.. Bu düşüncelerimin de üzerini çizmek zorunda kaldım.. Eternal sunshine'daki gibi hafıza silme olsa dedim kişi bazlı ya da direk geçmişi peki tekrar tekrar aynı hayatı öğrenmeyecek miydim.. Nereye gidersem gideyim hep bir hiyerarşik düzen, normlar, zorundalıklar olmayacak mıydı? Değişik tatlar ama aynı hisleri yaratan.. Ayrı işkence aletlerinin derinde aynı acı hissini yaratması gibi... Zihnimden ya da toplumdan hiçbir zaman kaçamayacağım gerceğini beynine kazımak en pis işkence aletiydi ama şu zamana kadar. İşte bu noktada kendimi resmen ve resmen bir tutsak gibi hissettim. Alanım geniş fakat her şey aslında sınırlı. Her aşacağın yer sende bir kırbaç izi. Yaşadığın yere göre değişen kırbaç sayısı belki de ölüm emri.. -unutma bir yerlerde arzuları ve istekleri için öldürülen insanlar var- 
Çılgınca zincirlerini aşmaya çalışan saf duygular, zaman geçtikce daha da kalınlaşan çelik zincirler gibi seni sarmış öğretiler. Kurallar her zaman tutsak eder ve inan gerçekten özgür olabildiğin hiçbir yer yok. Bağlandıkça artan zincirlerin var. Her aidiyet bir zincir.. 


13 Şubat 2011 Pazar

alıntı

zaman: 2/13/2011 11:54:00 ÖS 0 yorum
"Oysa insanlar sen istediğin kadar hayatındalar, göz yumduğun kadar dürüstler ve onları affettiğin kadar iyiler"
 
 
 
-Oha. Bayıldım.

1 Şubat 2011 Salı

?

zaman: 2/01/2011 10:33:00 ÖS 0 yorum
içimden gelenleri yapamıyorsam, istediklerimi yaşayamıyorsam bu hayat gerçekten benim mi??

30 Ocak 2011 Pazar

tuz

zaman: 1/30/2011 09:59:00 ÖS 2 yorum
İnsanlara hep açık olmayı isterdim; yaralarımı açık ve net şekilde anlatabilmek lakin bilirim ki insanoğlu yara sarmayı değil tuz olmayı daha cok seviyor.

27 Ocak 2011 Perşembe

zaman: 1/27/2011 01:48:00 ÖÖ 0 yorum
Su hayatta en cok zorlandigim, kahroldugum sey anlasilamamak hem de acik acik kendimi anlatmaya calisirken.. Bence en buyuk nedeni karsimdakinin kendi baskin ve isine gelen dusuncesinden hatta egosundan cikamamasi...

23 Ocak 2011 Pazar

Değer

zaman: 1/23/2011 12:45:00 ÖÖ 0 yorum
Her şeyi "değer" kavramına bağladığımızın farkında değiliz aslında. Bize yapılan her  "yanlış" karşımızdakinin hatalı davranısından ötürü değil de (çünkü bu onun kişisel problemidir) bizde yarattığı "değersizlik" hissinden dolayı cok incitir, yaralar veyahut kızdırır. Karşımızdakinin düşüncesizliği, yaptığı yanlıslar onun kişisel özrüdür biz ise o davranısa kendi değerimizi atfedip kişiselleştiriyoruz. Karşımızdakinden beklediğimiz "doğru" davranış ya da beklenti tatmini gerçekleşmediğinde ise "değersizmişim" hissiyatının tam dibine çöküyoruz.
Yapılan her şeyi değerimizle bağdaştırdığımız bir gerçek.. Her şeyi içselleştirme, kişiselleştirme yöntemiyle karşımızdakinin içindeki "ben"i sorguluyoruz. Kimse karşısındakini kişisel özelliklerinden dolayı bırakmaz. Kişilerin gidişleri karşısındakinin kişisel özelliklerinin "kendilerinde yarattıkları hislerden dolayı"dır. Tatmin veya kişisel tehtit. "Değersizlik tehtiti" Sana hatta doğrudan egona yapılan tehtit..
Bu yüzden bencildir aslında insanoğlu. Kimse kendini kötü hissettiren biriyle beraber olmak istemez. Her yoldan sağlanan, hissedilen o değer duygusudur insanı tutan ilişkide.. Değer hissini eylemlere ve somut varlıklara yüklediğimiz zamanlar bile olur.. kimi zaman bir çift güzel söz, sarılmalar kimi zaman bir çiçek, bir hediye.. Karşımızdakinin bize yaptığı her eylemi kendi üzerimizden değerlendirdikce, davranışları artık onun kişisel davranışları değil bize bizi, değerimizi anlatan bir yöntem oluverir.. 

Bu yüzden değil midir bir şey uğruna her şeyi yapabilmek için önce en değerlin olması gerekir..
Ne kadar değerliyse o kadar verirsin.. Ve sen bu düşünceye göre; verdikce aldıklarını değer terazisiyle ölçersin..

16 Ocak 2011 Pazar

zaman: 1/16/2011 12:31:00 ÖÖ 0 yorum
You never escape your thoughts and that's fuckin' painful.

15 Ocak 2011 Cumartesi

işlevselcilik..

zaman: 1/15/2011 07:15:00 ÖS 1 yorum
Bana lütfen vazgeçemiyorum diyerek gelmeyin. Biliyorum ki insan beslendiği şeyi bırakamaz. Alacağı şey bittiği an en kolay gidebilen yaratıktır aslında insanoğlu. Beslendiği sürece bırakmayacaktır sadece..

-Birileri vardır canını sıkıyordur coğu zaman ve sen "her şeye rağmen ona katlanıyorum ne biliyim" diyorsundur. Sanma ki içindeki merhametten dolayı bu.. Sadece aldığın bir şeyler vardır inan. Vazgeçemediğiniz ama sizi mahfeden, acılarla dolduran sevgilileriniz, sizi sürekli sattığını veyahut anlamadığını düşündüğünüz dostlarınız ve daha birçok yakınıp durduğunuz kişiyi hayatınızdan çıkartamamanızın nedeni yoğun bir iradesizlik değil bir yerlerde onlardan aldığınız bazı tatmin ve gıdalardır. 
Her noktada bir şeyler almayı kestiğiniz, size hiçbir yararı dokunmayan şeyi inanın saniyede bırakabilirsiniz.. Bahsettiğim yarar kelimesi sadece pozitif içerikli değil. *İyi ya da kötü bişeye yarayabilen...  
 Besleniyorsun.. Kimi zaman acısıyla kimi zaman hazıyla.. Bir yerlerde bir işlev gören her duygu, her kişi hayatında varolmaya devam edecek. Vazgeç(e)memek değil seninkisi vazgeçmemek.. Belki de kendine yedirememenin yarattığı ikilemden ötürü eklemişsindir o "e" harfini..  


"Karşındakini kendinde yarattığı duygulardan ötürü seversin."


edit :
bir an düsündüm de sadece insanlar için değil bu nokta. düşünceleriniz, obsesyonlarınız, korkularınız ve rahatsız olduğunuz ama aslında sizi bir şeylerden koruyan, işlevi olan şeyler de dahil bu duruma. Lanet ettiğin bir durum ya da düşüncen; bilinçaltında olmasından korktuğun bir şeyi engellediği için var belkide. Sen bilmiyorsun anlamlandıramıyorsun ama bir yerlerde bir halta yaradığı için barınıyor bedeninde.

13 Ocak 2011 Perşembe

zaman: 1/13/2011 06:50:00 ÖS 0 yorum
Kendini inandıramamak...

-Yalanları geç, doğrulara bile.
-Bu inanmak istememek bence. En azından buna inanmaya çalış.

6 Ocak 2011 Perşembe

konuşmak..

zaman: 1/06/2011 05:35:00 ÖS 0 yorum
Çok tuhaf varlıklarız aslında biz. Hem anlatmayız hem de karşımızdan bizi anlamasını bekleriz. Karşımızdakinin doğaüstü güçlerinin olmadığını da biliyoruz halbuki.
Şu dünyada gerçekten iletişim kurma gücüne sahip olup da iletişemeyen varlıklarız. Birkaç cümleyle halledebileceğimizi bildiğimiz sorunları konuşmaktan çekiniyoruz. Duygu ve düşüncelerimizi anlattığımızda enazından birilerinin bizi anlayabileceğini bildiğimiz halde susmak bizimkisi. Çok incitilmiş olabiliriz konuştuğumuzda ama birilerinin bizleri anladığını da biliyoruz. Yoksa bu yazıyı neden yazayım, neden insanoğlu konuşabilsin, iletişim üzerine tonlarca şey üretsin.
Aklımızda sürekli başkası ne der lafları olduğu sürece hiçbir zaman açık olamadık ki biz. Yargılanmaktan, aşağılanmaktan, karşımızdakinin saldırabileceği korkusundan susmayı tercih ettik.. 

İnsanlar arasında her şey çözülebilir ya da en azıdan bir sonuca bağlanabilirdi konuşulsaydı eğer..

2 Ocak 2011 Pazar

içimde kalmışlardı..

zaman: 1/02/2011 10:53:00 ÖS 0 yorum

İnsanlar birçok şeyi yıllarla ölçüyor. Elbette olgunlaşmak zamanla paraleldir ama insanlar eşit şeyler yaşamaz, eşit hisler hissetmezler. Senin 20li yaşlarında yaşadığın bir şeyi kimisi 30'unda belkide 40'ında yaşar ve dahası yaşadıgınız seyin size olan etkisi bambaşkadır. Problem ilk şuradan başlıyor; Dost olduğunuz ya da sevgili oldugunuz kişiyle öncelikli olarak bağınızı ölçmek için zaman kavramını devreye sokar insanlar. 1, 2 yıllık dostluğunuz varsa hemen daha cok yeni, daha ne biliyorsunuz ki, daha oturmamıştır falan fişman lafları. O yıllarda paylaşılanların boyutları gözardı edilir hep. Ama bir düşün, bazı 10 15 yıllık arkadaşlarından daha cok şey paylaşmış daha yakın hissetmiş olamaz mısın yenilere? 
Zamanın ehemmiyetini yoketmek değil bu cümlelerimin amacı, sadece her şeyi yıllarla hesaplamak saçma geliyor kimi zaman.. 20'li yaşlarında cektiğin birçok sıkıntın olabilir, hayat seni yormuş, bezdirmiştir belki de.. Yoruldugunu söylediğin zaman ise direk sunu işitirsin. "Daha ne gördün ki?"
Gördüklerinin boyutları ve sana olan etkileri değil de olgun olmayısın söz konusu olur. 

VE 

benim için diğer bir önemli hatta en önemli konu ise insanların hislerini, acılarını kücümsemeleri.
Şöyle ki herkes eşit şeyler yaşamasa da kimi şeyler kıyısından köşesinden benzerdir fakat yaşadıgın şeyin sende yarattıgı etki bambaşkadır! Bam*baş*ka!
"Ateş düştüğü yeri yakar!" 
İnsanların anlattıgın, bahsettiğin şeyleri küçümsemesi "Ay buna mu üzüldün, amaann bu mu yani" gibi aptal! tavırları inanınki cok can sıkar. İnsanlar kimi zaman acı boyutu kavgasına tutuşur adeta. 
BENİM ACIM DAHA BÜYÜK O YÜZDEN SEN SUS! (hatta abartalım) BENİM ACIMIN YANINDA BAHSETME BİLE BUNU YANİ.
Oha!
Yaşadığın şeyin boyutu diye bir şey yoktur benim gözümde. Evet belki derdin büyüğü kücüğü diye bir kavram vardır belki ama ben acıların bunlara göre ölçüleceğine inanmıyorum. Şöyle ki basit bir dert, sıkıntı seni cok derinden yaralayamaz mı? Bir de buna "büyütme ya" denir ki vah vah.

Kimse kimsenin derdini küçümseyemez. Yaşadıgın şeyin boyutu değil sen de yarattıgı etkisi önemlidir.
Karşındaki ise senin derdini basit buldugunda ve kendi derdinin büyük olduguna inandıgında senin susmanı, üzülmemeni bekler. Senin üzülmeye hakkın yoktur şimdi. Susacaksın. Çünkü onun derdi büyük.
Peki senin o büyük(!) derdinin seni üzdüğünden daha fazla üzmüş olabilir mi beni benim küçük(!) derdim??
Hayatımda en nefret ettiğim şey beni inciten, üzen bir şeyin başkaları tarafından basit, küçük diye sıfatlandırılması.
Ulan basitse neden benim ağzıma sıçıyor bu??????? 
Hisler... Hisler.. Her şeyden güçlü...
 

Katze Copyright © 2012 Design by Antonia Sundrani Vinte e poucos