Hayatın bazı dönemleri vardır. Her şeyin seni çıldırttığı, katlanamadığın, kaçıp gitmek hatta ölmek istediğin.. en ufak şeylerin dağlaştığı, hiçbir şeyle savaşamaz hale geldiğini düşündüğün günler.. Genellikle ergenlik dönemi ile yetişkin haline gelmeye çalıştığın o karanlık tünel yıllarında olur bu.. Öğretileriniz, edinilmiş bilgileriniz, yaşam stiliniz, fikirleriniz ve daha birçok çevre yöntemiyle (nurture) öğrendiğiniz şeyler ne kadar salakca ve yararsız gelmeye başlarsa tünel o kadar karanlıklaşır çünkü geçmişteki öğrenmişlikleri reddederken içi daha dolmamış kendi öğretilerinize tutunmanız gerekir. Hiç test etmediğiniz daha körpecik olan benliğinize.. yine de kendi istediğini, bildiğini yapabilmenin hazzı bambaşkadır..
Bu anlattığım süreci derinden yaşayan biriydim ve biliyorum ki tek yaşayan da değilim.. Fakat söyleyebileceğim en gerçekci şey şu olur ki; o dönemde her ne kadar çıldırma eğilimleri gösterirsek gösterelim hayat bir şekilde o tünelden bizi çıkartıyor.. Bazı şeyleri reddetsek de yaşamak zorundayız.. Adını sen koy.. Kader de, hayat de.. Bu dünyanın bir kuralı olduğunu görmeye başladım.. Birçok acıyı sadece ben yaşıyormuşum gibi hissetmiyorum artık.. Birçoğumuz tercihlerimize, çevremize göre etki derecesi az ya da çok bu tür duygu değişimlerini yaşadık..
Can çekişerek ölüp tekrar dirilmek gibi..
Yine de yeni olmaya başladığım "ben"i sevmeye başladım.. Çok ben kokuyor çünkü..
13 Eylül 2011 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder