21 Aralık 2010 Salı

Saygı limiti

zaman: 12/21/2010 05:35:00 ÖS 0 yorum
Bazı insanlar doğru yaptıklarını sandıkları şeylerle aslında çok basit ve zavallı duruyorlar ama saygı denen zorunluluk yüzünden susuyorsun.




Dipnot: Ama inanın bazen ciddi ciddi bazılarının karşısına geçip, sıfatını, karakterini, o kücücük beynini si-ki-yim diye haykırmak istiyorum.

30 Kasım 2010 Salı

Kendim ve ben.

zaman: 11/30/2010 09:35:00 ÖS 0 yorum
Beni yorma dedim kendime




Dinlemedi..

20 Kasım 2010 Cumartesi

karmaşa

zaman: 11/20/2010 06:30:00 ÖS 0 yorum
İnsanlarla olan ilişkilerimizdeki en büyük hatalar onlardan verebileceklerinden fazla şey beklememiz, kimi zaman onları değiştireceğimize inanmamızdan kaynaklanıyor. Ulan bir beceremedik herkesi oldugu gibi kabul etmeyi.. Fakat bir de sürekli hissedilen birşey var. "Ben kendimi bu kadar değiştirmeye çalışırken onlar neden yerinde sayıyor?" Bu noktada değiştiğin kadar değişilmesini bekliyorsun. Problem ise karşındaki o konuda değişmesi gerektiğinin farkında olmaması. Ulan o böyle mutlu! O halde kimseyi değiştirmeye çalışmayacaksın. (burada değişimden kastettiğim şey kendini geliştirmek, daha iyi olabilmek..) Tabi bir de burada "iyi" kavramının göreceliği var. Herkes tarafından belki de cok seviliyor senin o nefret ettiğin hareketleri, düşünceleri, tavırları falan. Belki ona göre en doğrusunu yapıyor ki herkes zaten kendine göre en doğruyu yapıyordur. O halde yine başladığın yere dönüyorsun.. Onu böyle kabullenmek.. Senin değiştiğin kendinde güzel bulduğun şey de belki ona batıyordur. Eee noldu hani sen güzeldin.

Kısaca sen sadece karşındakini "senin istediğin şekle" sokmaya çalışıyorsun fakat insanoğlu su değil ki girdiği kabın şeklini alsın.

12 Kasım 2010 Cuma

......

zaman: 11/12/2010 11:28:00 ÖS 0 yorum
İçim yanıyor!!. Dünyanın hala yokedemediği insani duygularımdan ötürü.. Bir yerlerde idleri sapıklıkları uğruna ne yaşadığını bile bilmeyen küçük kızlara tecavüz ediliyor.. Bir yerlerde sırf para kazanmak için canlıları parçalıyor insanoğlu.. Kürkleri, yağlari, etleri için. Çıkarları uğruna sanki çok basitmiş gibi yaşamlar insanları öldürüyorlar.. Bir yanda sömüren, güç kaynakları.. Bir yanda ezilenler.. Ne sadece ekonomik, politik ne de sadece sosyal.. Sen burada sevdigin adamla evlenmeyi düsünürken, hayaller kurarken, kendine ait bir hayat yaratırken bir yerlerde erkeklerin kölesi olmuş kendilerini isteklerini arzularını HAYATLARINI yitirmiş kadınları unutuyorsun.. Sen burada cocuğunu en özel kreşlere göndermeye calısırken oradaki küçük kızlar okuma bile bilmiyor..  Yaşadığın şartları her zaman eleştirirken bir yerlerde suan ağlayan, açlıktan ölen, dövülen, tecavüz edilen kullanılan insanlar var.. Çocuklar var!!.. Benim içim acıyor.. Böyle bir dünya da kim yaşamak ister? Zarar vermenin en rahat olduğu zamanlarda.. Ben değil.. Bana göre değil.. içim acıyor benim..




ya bu hassaslığımı öldür ya da beni. bu duygularla bu dünyada barınmak zorluyor beni.

8 Kasım 2010 Pazartesi

zaman: 11/08/2010 07:02:00 ÖS 0 yorum
İstediğin kadar beyaz tut yüreğini, bazen çamura basarsın kirleniverir.

3 Kasım 2010 Çarşamba

sen ol..

zaman: 11/03/2010 10:52:00 ÖS 0 yorum
Bazı gençler vardır. Aile dogmaları rahatsız etmez onları. Anne ya da babasının ağzından cıkan her şeyin onların iyiliği için ve doğru olduklarına inanarak büyür. Hiçbir sorgulamaya da gerek duymaz. Annesi ya da babası yani güvenilir deneyim kaynağı olan yakınlarının doğrularıyla beslenirler. Konulan kurallar, engellenen, bastırılan bütün duygular onun iyiliği içindir. Bu noktada hata yapma payları azalır mı bu gençlerin? En doğru diye tabir ettiği aile tavsiyelerinin (çoğu zamanda kural, baskı..) yolundan giderek deneyimlenmiş hatalardan kaçabilirler mi? kaçından??.. Peki bu özgürlük olur mu? Kendilerinin "kendi başlarına" karar verme yetileri körelmez mi? Ya annenin doğrularıyla senin arzuların, isteklerin çatışırsa? Ya birgün bile bile hata olsa da yapmak istersen??..

İnsan hata yaparak gelişir, büyür lafını söyleyen ebeveynlerin bizi tamamen "kendi" doğrularıyla büyütüyor olmaları sonucu bir de onlara karşı hissettiğimiz sorumluluk da üst üste binince; hata yapan gencin hata boyutu ne olursa olsun dibe vurması anormal midir şimdi düşünürsek.
Bazen bırak kendini de hata yap.. Bırak.. Senin hatan olsun o. Tamamen sana ait.. Senden parçalar yarat içinde.. Sen Sen ol. Annenin babanın kızı olmasın sadece sıfatın.. Kim bilir annenin babanın hata dediği şey seni de birçok aynı şeyi yapan insan gibi mutlu edecek.. İşte o noktada hata kavramı bile göreceli olacak..

12 Ekim 2010 Salı

zaman: 10/12/2010 11:30:00 ÖS 0 yorum
Herkesin bir kırılma noktası vardır.

29 Eylül 2010 Çarşamba

Toplumsal Cinsiyet

zaman: 9/29/2010 07:34:00 ÖS 1 yorum
Kiminizin umrumda olmasa da, kiminiz korkunuzdan dile getirmesiniz de ya da kiminiz ne olduğunu bile bilmeseniz de TOPLUMSAL CİNSİYET diye bir kavramın varolduğu yadsınamaz.
Toplumun kadın ve erkek üzerine yaşanmışlıklardan yüklediği anlamın cinsiyet bazlısıdır toplumsal cinsiyet. Daha da samimi bir dille söylemem gerekirse eğer; hani kadınlığını bilsin, erkekliğini bilsin, küte küt laflarımız var ya.. görüp edinip şak diye üzerilerimize yapıştırdığımız, onların dünyasından bahsediyorum işte. Kadına kadınlığını kendisi değil de bizim yüklemeye çalıştığımız dünya aynı şekilde erkeklere de.. Cins üzerinden Erkeklik! diye ağır bir itham geliştirip, bir de üzerine ağır anlamlar yükleyip erkekleri ADAM, ERK sıfatlarını giymeye zorladık bizler.. Karısını dövmesine, toplum içinde küçücük eleştirildiğinde bile yakıp yıkmasına, kıskançlığından kızını, karısını eve ve kendisine bağlamasına hatta adeta hapsetmesine erkeklik dedik. Evini, karısını koruyana yiğit adam dedik. Yiğit! Bir de bunu övünülecek bir malzeme gibi sunduk aynen böyle sonra da neden böyleler dedik.. 
Kadının kadınlığını yaşayamadığı bir dünyaya dönüştürdü işte bu bizi. Kadının kadınlığından utandığı, yaşamayı bırak dile bile getiremediği kadınlığını elinden aldık.. Bunu da isteyerek yaptık zaten.. Sıfatlar belirledik bu sıfatlara yaraşır davranmasını istedik kimisinden de korkmasını.. Hanım kız olsun dedik, cici, uslu, düzgün, doğru(!).. Kaşar, orospu kelimeleri uydurduk ki aman korksun da o sıfatlara yaraşır şeyler yapmasın istedik..  Aradaki uçurumu o kadar açtık ki erkek yaptığında aferim koç dediğimiz cinsellik ( bildiğimiz üremenin tonlarca anlam yüklenmiş boyutu) kadın yaptıgında orospu, kaşar kelimelerine dönüştü.. [Burada bir parantez açmak istiyorum.. Bırakalım da herkesle yatsınlar zihniyetini iğnlemek için.. ]- Cinsellik için kimse kimseden izin almak zorunda değil dahası cinselliğe toplum bu kadar anlam yüklemeseydi eğer küçük kızlar daha cinselliği, kendilerini tam olarak bilmeden cinsellik yaşamak zorunda kalmazlardı.. Zorunda diyorum çünkü hayvanların sokak ortasında anlam yüklemeden yaptığı şu eylemi biz onlara öyle bir şey olarak gösterdik ki kendilerini bununla kanıtlama, varetme çabasına bile girdiler.. Sonrada kızımız kaşar oldu lafları.. Sonra babanın, abinin bu kızı kontrol etme, terbiye(!) etmede kullandığı saygısızlıklar.. Erkek cocuklarını babalarının, dayılarının kerhaneye götürdüğü toplumda aynı baba kızını sevgilisi var diye dövüyor farkında mısınız? Bu öğretiler bu normlar olmasa herkes çığırından çıkardı düşüncesini sorguladığım noktada gördüğüm tek şey, bu kadar anlam yüklenmeseydi bu kadar değerli olmazdı ve değerli olmayan şey göz önünde olmaz, dikkat çekmezdi.. Bu kadar çok çullanılmazdı üzerine..
Kadın kadınlığını -bizim, toplumun belirlediği- erkekte erkekliğini bilmeli dedik hep. Kadına meslekler belirledik, erkeğe olması gereken! profil çizip gösterdik. Kızlar annelerinin izinden gittiği sürece ve oğullarda babalarının ve birçok insan gibi sorgulamadığınız sürece değişmeyecek.. Bu zihniyetin varlığınızı, özgür alanınızı, SİZliğinizi nasıl da sömürdügüne bakın.. Her şeye anlam yükleme ve bu anlamlar doğrultusunda insanları ölçüp tarttıgımız sürece bu ötekileştirme, içten içe yok etme hep varolacak.. Hep yokolacak duygularımız, savunmaya çalışıp toplumun değerleri altında ezilmiş olan hislerimiz, hormonsal arzularımız...

22 Eylül 2010 Çarşamba

Ayrışmalar

zaman: 9/22/2010 09:56:00 ÖS 0 yorum
Düşünceler o kadar keskinleşmeye ve ayrışmaya başladı ki insanlarda düşüncelerinden ötürü ayrışarak bir arada yaşayamamaya başladılar.. Şaşırıyorum kendi düşüncen ve inancın ugruna bir insanı nasıl mahfedebiliyorsun..Sana fikri benzemiyor uymuyor diye nasıl ötekileştirebiliyorsun. Ötekileştirmek değil hatta.. Aşağılamak, hor görmek.. Sanki sen herşeyi en dogru biliyormussun gibi.. Aslında daha ten rengi bile farklı diye ikinci sınıf muamele yapabilen bir varlıgın suanki geldiği durum cok da şaşırtıcı olmamalı diyorum kendime.. 
Herkes en dogruyu bilen olmuş.. Ahlak; ahlaksızca ahlağı(!) savunanların(!) elinde madara olmuş adeta..
Düşünceler keskin, uç, sert.. Onları savunmak ise artık bir çift lafla, açıklamayla değil copla, yumrukla, bıçakla, dayakla sağlanmaya çalışılır hale gelmiş..

18 Eylül 2010 Cumartesi

Beklenti

zaman: 9/18/2010 10:13:00 ÖS 2 yorum
"Bir insan, olduğu kadardır. Başkasına, başka hayatlara gıpta
edebilir, başkalarını taklit edebilir. Ama özünde hayattan, kendisinden,
ailesinden, çevresinden ne öğrendiyse o kadardır. Ona yüklemeleri biz
yaparız; beklentilerimiz artar. Beklentilerimiz yerine gelmediği zaman
ise hatayı ona yüklemeye çalışırız. Halbuki insan neyse odur. Hatalı
olan ise onun olduğundan fazlası olacağını umut etmek" (Özen Yula)


Sürekli bir yerlerde yazılsa da insanoglu yaşamadan tam da anlayamaz ne oldugunu.. Sadece okur geçerse de anlayamaz.. Okudukca hayatında olanlarla bagdastırınca dank eder kafasına.. Yaşadıkca anlar derinlemesine..

Artık cok daha iyi anlıyorum sözcüklerini, duygularını bu yazıların..

En büyük hatam hep verebileceklerinden fazlasını beklemekmiş insanlardan.. 

8 Eylül 2010 Çarşamba

insanlar ...

zaman: 9/08/2010 08:46:00 ÖS 0 yorum
İnsanlar 342678..e ayrılırlar ikiye falan değil şöyle ki; bencil olanlar, yalancı olanlar, duyarsız olanlar, saygısız olanlar, abaza olanlar, ruhsuz olanlar, sevgisiz olanlar, sevgili bulup dünyayı satanlar, kalitesiz olanlar, dost olanlar, kazık atanlar, kullananlar, kullanılanlar, aptal olanlar, saf olanlar, kurnazlar, satıcılar, dışlanmışlar, zekiler, zannedenler, ezikler, egoistler, sosyaller, asosyaller, kavgacı olanlar, ünlüler, deliler, sefiller, varoşlar ...

of.. amma çok..

3 Eylül 2010 Cuma

Yalnız değilsin..

zaman: 9/03/2010 03:22:00 ÖS 0 yorum
Hayatta her zaman en bahtsız bizizdir sanki. "bana" bunu yaptı diyerek suçlarken hayatı, aslında sana verdiği acının aynısını başkasında görebileceğimizi hep unuturuz ya da görmek istemeyiz. Bu bencillikten midir yoksa ateş düştüğü yeri yakar düşüncesinden midir bilmiyorum ama tek aldatılan kadın sen değilsin ya da tek yalancılar tarafından kandırılmış olan.. Tek dost kazığı yiyen de sen değilsin.. Tek arkasından konuşulan, canı yakılan da.. Eğer öyle olsaydı kimse sana akıl veremezdi.. Doğru akıl vermemin en net yolu senin de o acıyı kıyısından köşesinden de olsa, az biraz benzeri bile olsa cekmiş olman değil miydi.. bir yerin yanmadan nasıl bilebilirsin ki yanığın acısını ve ona doğru cözümü bulabilirsin.. Tek sen yaşamış olsaydın bu acıyı üzerine kitaplar yazılmazdı.. Söyleşiler yapılmazdı.. Kendini bulduğun tonlarca kitap?? Tonlarca şarkı?? Peki bunlar sen düşünülerek yazılmadığına göre tek sen olamazsın su dünyada o acılardan müzdarip.. Acını hafifletmez belki ama en azından yalnız olmadığın hissi ya da bir yerlerde birilerinin o acının çözümünü, merhemini bulmuş olması seni ayakta tutabilir.. Tutun.. Hepimizin binlerce kez canı yandı..

sözcüklerin lisanı

zaman: 9/03/2010 01:44:00 ÖÖ 0 yorum
Freud'a göre ( ki yanılmıyorsam) kişinin en cok kullandığı kelimeler ama hani seçerek değil de gelişigüzel veya dil sürçmelerinde, kişinin içini, bilinçaltını yansıtır.. Farkettim ki sürekli "yenilmek" kelimesini kullanıyorum.. Bir insanın yenilebilmesi için bir şeylerle savasması ya da yarışta olması gerekir değil mi? Ve yarışta oldugumu da şuursuzca dile getirdiğim tonlarca anım göz önüme geliyor şimdi.. Aslında bilmeyerek birçok şey anlatıyoruz.. Sadece dikkat etmiyoruz sözcüklerimize..

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Acı bedeni

zaman: 8/25/2010 01:01:00 ÖÖ 0 yorum
Acı beden, çoğu insanın içinde yaşayan yarı otonom bir enerji
biçimidir ve duygulardan oluşan bir varlıktır. Acıktığında ve
kendini yenileme zamanı geldiğinde, uykusundan uyanır. Buna ek
olarak, herhangi bir zamanda herhangi bir olayla tetiklenerek de
harekete geçebilir. En önemsiz olayı, birinin söylediği ya da yaptığı
bir şeyi ve hatta bir düşünceyi tetik olarak kullanabilir.
Eğer yalnız yaşıyorsanız ya da o sırada yakınınızda kimse
yoksa, acı beden sizin düşüncelerinizle beslenir. Aniden, düşünce
sisteminiz belirgin bir şekilde olumsuz hale gelir. Genellikle, bu
olumsuz düşünce krizi başlamadan önce zihninize olumsuz bir duygu
dalgasının girdiğini fark etmezsiniz; endişe ya da öfke gibi.
Bütün düşünceler enerjidir ve acı beden şimdi düşüncelerinizin
enerjisiyle besleniyordur. Olumlu -olumsuz düşünceler; aynı enerjidir
ama farklı bir frekansa sahiptir. Acı beden, mutlu ve olumlu bir
düşünceyi hazmedemez.
Her şey, sürekli hareket halinde olan enerji alanlarıyla titreşirler...
Düşüncelerin kendilerine ait bir frekans alanı vardır ve olumsuz
düşünceler daha alt seviyelerde kalırken, olumlu düşünceler
daha üst seviyelere çıkar. Acı bedenin titreşim hızı, olumsuz
düşüncelerin titreşim hızıyla aynıdır ve acı bedenin sadece
olumsuz düşüncelerle ve duygularla beslenebilmesinin
nedeni de budur.


Acı bedenden yayılan duygu, kısa süre içinde düşünce sisteminizi etkisi
altına alır ve zihniniz acı bedenin kontrolü altına geçtiğinde, düşünce
sisteminiz de olumsuz hale gelir. Kendinizi tamamen o sesin
söyledikleriyle tanımlar, bütün bozuk düşüncelerine inanırsınız.
O noktada, mutsuzluk bağımlılığı yerleşir.


Sorun olumsuz düşünce trenini durduramamanız değildir; durdurmak
istememenizdir. Acı beden için, acı zevktir. Bütün olumsuz düşünceleri
iştahla yutar. Aslında, şimdi zihninizdeki ses, acı bedenin sesidir. Acı
beden ve düşünce sisteminiz arasında kötücül bir döngü oluşur. Birkaç
saat ya da birkaç gün sonra,kendini tazeleyip beslenmesini
tamamlayarak uykusuna geri döner ve arkasında enerjisi tükenmiş
bir organizma ve hastalıklara karşı daha açık bir fiziksel beden bırakır.
Eğer bu size psişik bir asalak gibi göründüyse, haklısınız, çünkü gerçekten
öyledir...

ECKHART TOLLE-Var Olmanın Gücü (Yazarın adının üzerinde link var youtube videosu. izlenesi.)


Ekleme yapmam gerekirse ya da acı bedenine sahip olan biri olarak birazcık daha hisleri dillendirmem gerekirse eğer;
Acı bedeninin uyanış zamanı hep gerçekten mutlu oldugunu hissettiğindedir. Sana mutluluğu haram gören bir beden bu. Her şeyin yolunda gittiği bir anda gördüğü bir şey ya da karşılaştığı bir olay yüzünden (ki bu olaylar cok basit ve sıradan bile olur) bütün mutluluğunu bir karadelik gibi emip seni acı duygusuyla, olumsuz hislerle başbaşa bırakır. Bir de seni öyle bir esir alır ki ondan cıkabilecek kaçabilecek enerjin kalmaz ve en önemlisi de cıkma isteğini hissetmeni engeller. Bir müddet kalır hayatında mutlu olabiliten yokoldugu an uykusuna geri döner. Her mutlu oldugun an olmasa da hayatının birçok huzur dolu anında onunla karşılaşmak mümkündür. Mutluluğunu esir alan bir acı bedenin varsa gerçekten mutlu olman imkansızlaşır..

18 Ağustos 2010 Çarşamba

:) :(

zaman: 8/18/2010 02:43:00 ÖÖ 0 yorum
Hayatın tamamı mutlu ya da mutsuz anlardan oluşmaz ama birçok insan hayatının daha mutsuz anlardan oluştugunu, mutlu olacak bir şeylerinin olmadığını iddia eder hep. Aslında bu mutlu anların normalize edilmiş olmasından kaynaklanan bir sorun.. Şöyle ki hayattan hep beklentin mutlu olmaya yöneliktir ve mutlu olmak normal olan, olması gereken olarak düşünülür. Bu yüzden mutlu anların kıymetini bilmediğimiz bile olur. Mutsuz anlar ya da bizi mutsuz eden olaylar karşısında ise mutlu oldugumuz anlardan daha cok his hissederiz.. Daha sert ve şiddetlidir hissi cünkü mutsuzluk beklenmeyen bir şeymiş gibi karşılanır.
Hayatın normali sürekli gülümseyen bir surat mıdır? 
Tuhaf olan ise şu, senelerce mutlulukla beraber mutsuzluğu tattık aynı gün belki de aynı saat içerisinde.. Gülmekle ağlamak kardeştir tabiri dönüp durdu dilimizde.. Peki hala neden mutsuzluk bu kadar cok beklenilmeyen, karşılaşıldıgında daha çok sarsan ve kötülenen bir duygu haline geldi? Bu yaşımıza kadar hiç mi mutsuz olmadık da suan yadırgıyoruz? Hatırla, çocukken annen o en sevdiğin şekeri almadı diye saatlerce ağlayan bir çocuktun..

14 Ağustos 2010 Cumartesi

düşünce gücü

zaman: 8/14/2010 03:14:00 ÖS 0 yorum

Bazı insanlar ki buna ben de dahilim, duyguları uç noktalarda yaşarlar. Hani bir tabir vardır ya "her zerremde hissediyorum" diye işte bu duygular her noktamızda hissedilebilir. Bazen beynimizi, bazen kalbimizi kaplar.. Basit bir duygu değişimi bile o günki yaşantımızı rezil ya da vezir edebilecek kadar güçlüdür.. İşte bu noktada bize en büyük kötülük insanlar ve olaylardan ziyade duygu ve düşüncelerimizden gelir. Ne yazık ki onlar bence en güclüleridir cünkü onları içinde beslersin, sen büyütürsün.. Senin yarattığın ve seni en iyi bilip devirebilecek düşmanlardandır ve ne yazık ki kontrolü en zor olanlardır aynı zamanda..


17 Temmuz 2010 Cumartesi

Savaş

zaman: 7/17/2010 12:20:00 ÖS 0 yorum
Hayatın özü aslında savaşmak.. Hayat şudur budur gibi tonlarca kelimeye gerek yok artık bence.. savaşımdır hayat.. Koskocaman ideolojileri, normları olan bir dünyaya doğarsın. Ailen tonlarca doktrinden kendine uygun ve çoğu zamanda soyundan gelen inanışlarla büyütür seni, onların büyüdüğü gibi. Küçük bir cocuk iken kafana yerleştirilmiş inanışları benimsemeye başlarsın ya da farkına vardıkca reddetmeye.. Benimsediklerin için savaşırsın. Korumak için, ilerletmek için.. Kimisini de reddetmek için savaşırsın.. Kırmak için, bozmak için, yıkmak için...
Inançları ve düşünceleri uğruna insanları öldürenlerin ya da ölenlerin varolduğu bir dünyadasın.. Soyut, düşünsel olarak yapılan savaşların dışında somut, gözlerimizin önünde devrilen vücutlar gördük biz..
Sahipliğin yarattığı kavgalar bunlar.. savaşlar.. Ülkeni, aileni, sevdiklerini, sahip olduğun değerlerini korumak için verdiğin bir savaş.. Başkalarının da senin gibi inandığı şey için savaştığını düşünmeden yaptığın cinayetler.. Saygısızlık.. Kendini var etmeye çalışırken, yoketme başarısı..
Biz hep savaştık.. Büyümek için savaştık acılarla, yanlışlarla.. Yanlış bildiklerimiz için de savaştık kimi zaman, inandığımız için.. Varolmak için savaştık kısaca.. Hayatta, dünyada bir yerlere sahip olabilmek için.. Kimilerini tahtından, evinden, sevdiklerinden ederek.. Biz savaşırken kendimizi düşündük sadece diğerleri gibi.. Bu yüzden savaşa döndü her şey.. Biz en doğruyu kendimizinki belledik.. Gerisi sanki yalanmış gibi.. İnanmaya hakları yokmuş gibi.. Saygıdan yoksun, görüşte bağnaz ve küt olduk.. Kendi kabuğumuzu kırmak bile zorlaştı bu yüzden.. Artık bize yüklenmiş değer ve inanışları yıkmak için büyük bir savaşa girmek zorundasın.. Kendini göstermek.. Değerler ve inanışları yıkmak zorundasın.. Altında ezilme ihtimalini düşünerek.. İşte bu yüzden de sustuk kimi zaman.. Ya yenilirsek diye.. Her yer savaş meydanı..

14 Temmuz 2010 Çarşamba

Kısa ve öz

zaman: 7/14/2010 02:36:00 ÖS 0 yorum
FAIL

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Ben anlatısı

zaman: 7/12/2010 07:09:00 ÖS 0 yorum
"Sen"i anlatan cümleler bulabilirsin kitap satırlarında, müzik sözlerinde veya aforizmalarda..
Hani "anca bu kadar olur ya" dediklerimiz vardır bir de..

İşte benimkisi;

Zamanı yaralarla ölçen kadın. Geçmişiyle kavgalı.. Tanrıya sığınan küçük bir kız cocuğu geceleri, isyankar gündüzleri...

27 Haziran 2010 Pazar

görünmez

zaman: 6/27/2010 10:04:00 ÖS 0 yorum
Öyle korkar oldum ki insanların acıtabilesi olan cümlelerinden, kendimi görünmez ya da farkedilmez olmaya zorluyorum.
Susarak başladım bu işe. Beni görebilecekleri, tanımalarına ve canımı acıtmalarına neden olabilecek olan, beni anlatan cümlelerimi susturdum öncelikle. Artık kendimden konuşmuyorum. Kendimi dillendirmiyorum.. Anlatmıyorum. Bana ulaşılmasına izin vermiyorum böylelikle. Bana.. İçimdeki ben’e. Öz’e.. Bir de küçüklüğümden bu yana sürekli hissettiğim farklı olma güdümü yok etmeye çalışıyorum. Ne kadar farklıysan o kadar farkedilirsin.. Ve hayat o kadar acımasız ki.. -Hayır hayat değil.. Hayattan ziyade insanlar.. Onlar gibi olmadığında her bir sözü, gözü, bakışı, dokunuşu daha bir sert gelir sanki.. Sen onlar gibi olmadıkca onlar seni oyunlarına almazlar.. sen onlara benzemedikce sürekli eleştirirler.. İyi olmak kar getirmez bazen cünkü yaptığın iyilikleri göremezler.. Onların gözleri kötülükleri görmeye alışkındır.. Bir de sürekli onlar gibi olmanı, sıradan, normal olmanı beklerler.. Normal nedir ki? Aynı olmak mıdır normal olan.. Onların doğruları mıdır normaller.. Onlar mıdır normal..
Ne kadar görünmez olursan o kadar az acır canın.. Ne kadar onlardan olursan.. Ne kadar onların istediği gibi olursan... Ne kadar kukla......



Peki gerçekten atılır mıyız oyundan benzemezsek onlara???

25 Haziran 2010 Cuma

by pulp fiction

zaman: 6/25/2010 12:43:00 ÖÖ 0 yorum
-Senin bir karakter olman, bir karakterin olduğu anlamına gelmez...

16 Haziran 2010 Çarşamba

film

zaman: 6/16/2010 11:50:00 ÖS 0 yorum


Herkesin hayatı bir film gibidir aslında. Kimisininki komedidir. Gülünç ögeler odaklı. Birçok anı komedi dolu.. Dostlar keyifli, senin yüzünde eksilmeyen tebessüm. Bir de hayatı drama olanlar vardır. Her dramada olduğu gibi baştan sona hep bir hüzün, burukluk. Bilirsiniz ki hiçbir film tamamen ağlatmaz, arada olur küçük gülümsemeler.. Kimse tamamen acı ve gözyaşı dolu bir filmi izleyemez zaten.. Ama doruk noktaları hep gözyaşları odaklıdır. Çarpıcıdırlar, herkesin bir yerlerde kanamış ama kurumuş yaralarına dokunur o noktalar.. Hayatı drama olan insanların anlattıklarının dostlarda yarattığı gözyaşları bunlardır işte. Hiçbiri gerçekten yaşamamıştır dramadakiler kadar belkide ama hissederler ama öyle hissederler ki; filmi izlerken gözyaşı döker, film bitince en fazla 1 saat içinde hiçbir şey yokmuş gibi hayata devam ederler.. Hikayelerimden anladım. Yönetmen drama seçmiş benim için.. Belki iyi oynayabileceğimi düşünerek.. Fakat şunu söylemeliyim ki:

-Ben ölürsem, film biter..

6 Haziran 2010 Pazar

Hello..

zaman: 6/06/2010 10:26:00 ÖS 1 yorum
Bir şarkı daha var.. Bilmiyorum kaç kişi kendini buluyor, kendini dinliyor o şarkıda fakat neredeyse bütün duygularımı, iç sesimi ve haykırışlarımı, ruhumu, eksiliğimi, silikliğimi, yaşadıklarımı, yaşayacaklarımı, suskunluğumu duyuyorum ben dinlerken.. Gözlerimden şuan yaşlar süzülürken bana şu cümleyi fısıltıyor şimdi;
- ''Dont Cry''!!..
Sanki beni duyuyor, benimle konuşuyor şuan.. Bu sefer ben anlatmıyorum kendimi, ben dinliyorum.. Belki bundandır gözyaşlarım.. Birileri değil de bir şarkının beni anlayışıdır, anlatışıdır..



Playground school bell rings again..
Rain clouds come to play, again..
HAS NO ONE TOLD YOU SHE IS NOT BREATHING..
Hello, Im your mind..
Giving you SOMEONE to TALK to, Hello..
If I smile and dont believe
Soon I know, I will wake from this dream.
DONT TRY TO FIX ME, IM NOT BROKEN!!!
Hello, Im the lie, living for you, so you can hide..
"DONT CRY"
Suddenly, I know, Im not sleeping..
HELLO IM STILL HERE, ALL THAT'S LEFT OF YESTERDAY!!

Araf.

zaman: 6/06/2010 10:02:00 ÖS 0 yorum
sürekli gelgitleri, arada kalışları anlatan bir şarkısın sen.. Kimi zaman aidiyetimizin kayboluşunu, dualara ya da isyanlara sığınışımızı anlatansın..
Adaletsizliği, sessizliği, yokluğumuzu, silikleşmemizi ya da çok görünüşümüzü, göze batışımızı, kendimizi sorguladığımızı, içimize döndüğümüzü anımsatansın...



Seviyorum seni Araf adlı şarkı...

kalbin işine bak yüzüne bakamaz.
ağlar durur sen uyurken.
yalnız olamayan böyle mi yapar dersen anlarım.

aşkın içine bak, en güzeline
hem var hem yok mu, bile bile
adalet yok ya, canımı yakar bu sessizlik

yerimi bilmem,
bilmem ne taraftayım.
sesimi duymam,
ne zamandır araftayım.

kimler varmış içimde yoklama yaptım.
deliler çıktı, cellatlar bir de şeytanlar.

2 Haziran 2010 Çarşamba

İstenmeyenler.

zaman: 6/02/2010 06:26:00 ÖS 0 yorum
İstemediğim bir dünyaya doğdum. Istemediğim bir şehirde, istemediğim bir evde yaşayıp, istemediğim bir okula gidiyorum. İstemediğim birçok insan ve konuları görerek, istemediğim sorumluluklar altına sokuluyorum. Bunlarla beraber istemediğim duyguların da sahibi oluyorum aynı zamanda.



-Bu da neyin nesi????



25 Nisan 2010 Pazar

yalnızlık

zaman: 4/25/2010 01:32:00 ÖS 0 yorum
yalnız kalmak ile yalnız bırakılmak arasında aslında büyük bir fark var ama birçok cümlede ikisini aynı anlamda kullanıyoruz..
-Beni yalnız bırakın!! yalnız kalmak istiyorum!!!
Sonuç bildiğimiz yalnızlık, yalnız kalma isteği işte.. ??

-Hayır öyle değil..
Yalnız kalmayı istediğinizde bir yerlerde sizin onlara tekrar dönmenizi bekleyen insanlar vardır. güvendirler onlar.. yalnızlığınızdan sıkıldığınız anda sarılabileceğiniz bedenlerdir. bir de yalnız bırakılmak vardır.. yalnız kalırsınız evet ama birileri yoktur sizi bekleyen.. dudaklarınızın arasından cıkacak sözcükleri sabırsızlıkla bekleyip, sizin iyiliğinizi düşünenlerden yoksunsunuzdur.. Bırakılmak terk edilmek gibidir aslında.. ailenizi, dostlarınızı güven sıfatıyla adlandırırken onların yokolabileceklerini düşünmek dipsiz bir kuyu hissi uyandırıyor insanda.. işte tam da bu yüzden siz gerçekten yalnız kalmaktan korkar, sadece yalnız kalmak istiyorum sözcükleriyle onların sözcüklerinden birkaç an yoksun kalmak istersiniz.. amacınız yalnız bırakılmadaki ‘‘mutlak yalnızlık’’ değildir.. mutlak yalnızlık acıdır, acıtır, derindir.. bizimkisi sadece biraz suskun kalınmasıdır sanırım...

25 Mart 2010 Perşembe

aldatılmak

zaman: 3/25/2010 09:39:00 ÖS 1 yorum
Aldatılmak sevgilinin aynı zamanda başka biriyle olması demek değildir aslında. Sevgilinin, dostunun veya arkadaşının sandığından, zannettiğinden başka birisi çıkması da aldatılmaktır. senin zannetmenin dışında sana sunduğu benliğinin rol, yalan olmasıdır. geçirdiğiniz onca zamana, verdiğiniz tüm emek ve vefalara yapılmış bir hıyanet sonucu da kullanılmalıdır bence bu tabir. Verdiği sözlerin uçup gitmesi, söyledikleriyle "gerçekten" olduğu arasındaki fark sonucu hissedilen duygudur aldatılmak.. Aldatmıştır seni olmayan, olamadığı gerçeklerle...

25 Şubat 2010 Perşembe

tam

zaman: 2/25/2010 12:19:00 ÖÖ 0 yorum
hayatta birçok şeyinin olması istediklerinin gerçek olduğu anlamına gelmiyor.. bunları anlatamıyorum işte.. bir okulda okuyor olmam değil söz konusu.. istediğim okulda, istediğim şehirde olamamam problem.. birçok şey yapabiliyorum evet ama istediklerimi yapamıyorum.. bir konsere gitsem de asıl istediğim konser olmuyor mesela.. sanki her şeyin muadilini alıyormuşum, yaşıyormuşum gibi.. cok farklı bir duygu bu.. olmak istediğimin muadiliyim, bir benzeri.. kimi noktada yakın kimi noktada uzak, ama asla tam o olamadım.. bir yerlerdeyim evet ama tam olarak istediğim yerde değilim ben!!!

23 Şubat 2010 Salı

dünyayı bağışlamak..

zaman: 2/23/2010 08:20:00 ÖS 0 yorum
dünyayı ve sana yaptıklarını bağışlamak zorundasın çünkü hiçbir zaman ona küs kalamazsın.. onunla yaşamaya, onun içinde yaşamaya mecbursun ta ki ölümün sana geleceği o şanslı güne kadar. hiçbir zaman kendimi tamamen dünyaya ait hissedemedim.. sanırım aramda doğduğumdan beri süre gelen bir çatışma hakim.. ben onun sürekli böyle olmasından ve aynı bayat problemleri önüme getirmesinden sıkılmış durumdayım ve bana yeni, güzel şeyler sunmuyor artık, sanırım ona küs olduğumdan gerek.. bağışla onu.. rahat bırak.. sana güzel şeyler göndermesine izin ver evrenin diyor yoga hocam.. benim ise çakralarım sıkı kilitler altında.. ondan hiçbir isteğim yok artık.. sadece beni rahat bıraksın...

4 Şubat 2010 Perşembe

hayat.

zaman: 2/04/2010 02:12:00 ÖÖ 0 yorum
Hayat ve yaşattığı acılar aslında çok bilindik olsalar gerek.. farklı yollardan, farklı suretlerden kaynaklansalarda sorunların hepsinin öğretileri, acıları aynı.. gözyaşlarımızın tatlarının aynı olduğu gibi.. sadece kimimiz dha da güçlenirken kimimiz yıkılıyoruz.. kimimiz cok şey öğrenirken kimimiz sadece acısıyla kalıyoruz ama aslında hayatın oyunlarının artık modası geçmiş gibi..
hayat olgunlaştırdıkca oyunları tanıyoruz.. ders alabildikce güçleniyoruz.. yeniyoruz.. yine her şeyde olduğu gibi iş bizde bitiyor...

insanlar..

zaman: 2/04/2010 12:51:00 ÖÖ 0 yorum
insanlar bana artık cok tuhaf geliyorlar.. davranışlarının altında yatan düşünceleri analiz etmekte bile zorlanır oldum. çok gülünç, trajik şeyler yapıyorlar.. kendi kaderlerini kendileri belirliyorlar. kendileri yaparken iyi hoş başkaları yapınca tonlarca küfür ediyorlar. her zaman kendileri haklı, diğerlerini haksız cıkartmaya calışıyorlar.. hep bir önde olmaya calışmak söz konusu.. hatta öyle ki en olabilmek için insan harcıyorlar, dostluk harcıyorlar. empati kurmak bir yana anlayış kavramları coktan zedelenmiş ve sorsanız herkese, karşısındaki suçludur.. yanlıştır. ziyandır.. hep incinen aslında ''ben'' liğimizdir.. herkesin bir benliği olduğuna göre aslında herkes kendinin incindiğini düşünür...

22 Ocak 2010 Cuma

...

zaman: 1/22/2010 12:12:00 ÖÖ 0 yorum
Dünya daha yaşanabilir olabilirdi belki insanlar her şeyin kökenine kendilerini değil de mantıklarını koysalardı eğer...
Biraz olsun kendilerinden çıkmayı başarabilseler...
 

Katze Copyright © 2012 Design by Antonia Sundrani Vinte e poucos